Bu dünyada kirlenmeden kire bulaşmadan ayrılabilmek ve güzel bir dünya talep etmek ve bunun mücadelesini vermek ve hayatını bu yola feda etmek yüce ruhlu insanların özelliğidir. Asıl olanda orijinal kâinatın bir parçası olabilme ve insanın güç yetiremediği asıl sistemin bir parçası halinde bozuk
olanı tamir ve bozgunculara başkaldırma ile mümkündür. İnsan olmak ve insan kalabilmek ve bu dünyadan da insan olarak göçebilmek zor bir iştir. Dünyayı bozan bozgunculara tavır almak, onların düzenlerine başkaldırmak zor bir tercih olsa da bu dünyanın asıl kahramanları yaşasalar da ölseler de yine bu zor yolu tercih eden insanlar olacaktır. 1972
yılında Artvin Hopa’da doğan ve 25 Haziran 2005 yılında 33 yaşında kendisini “
Devrimci” diye tanımlayan Kazim Koyuncu’dan söz etmek istiyorum.
Karadenizli bir müzisyen olarak tanıdığım Kazim Koyuncu sevenleri
tarafından “Karadeniz’in Hırçın Çocuğu” olarak kısa zamanda ün yapmıştır. Gerek
konserlerinde verdiği mesajlarla ve gerekse özel söylemlerinde başta insan hakları ihlalleri olmak üzere
doğayı kirletenlere net tavır koyuyor ve
eylemleri ile tüm protestolarda yer alıyor ve destek veriyordu.
Geleneksel
Karadeniz müziği ile Rock’n”Roll müziğini sentezleyerek kendi tarzını
oluşturmuş, Türkiye’de ve dünyada Lazca-Rock yapan ilk grup olma başarısını
gösteren ve bu müziği kitleselleştiren Zuğaşi Berepe, sıkı muhalif olmasının
yanında Karadeniz’i bildik sloganlarından dışarı çıkarmayı da becerebilmiştir.
Bu yolla “Laz” dilini sevdirmiş ve birkaç kişinin elinde dolaşan sözde “çakma”
Karadeniz müziğinin foyasını da ortaya çıkarmıştır.
Köyde
doğmuştu ve köyde büyümüştü. Büyük annesinin dizinin dibinde çok mani, çok
masal ve çok türkü dinlemişti. Kemençeci
Yaşar Amcasından kemençe sevgisini almış türkülerini dinlemişti. Köyünün
suyunu ve ayranını içmişti. Çay toplamış çelik çomak oynamıştı. Toprak dışında
hiçbir lekeye bulaşmamıştı. Ruh ve beden doğduğu gibi korunmuştu.
Babasının çok kitap okuması ve 12 Eylül’le tanışması Kazim’e bir yol
çizmişti. Haksızlığa baş kaldırıyı ve sistem karşıtlığının başlangıcı büyük
ihtimal buradan başlamıştı.
Kazim
Koyuncu’nun bu durumu köyünden ve toprağından ayrıldıktan sonra hep devam etmiş
kendi gibi temiz olan ve temiz kalan büyük çoğunluğun, azgın azınlığın kirlenmelerine neden olduğunu
fark ederek onlara savaş açmıştır.
Çernobil cinayeti günlerinde Karadenizlilerle dalga geçer gibi
televizyon ekranlarından çay içme seansları yapan koca adamlara karşı uyaran Kazim Koyuncu yakalandığı kanser hastalığında hayatını yitirerek
ölümünde bile halkın sağlığı için hiçbir önlem almayan sömürü ustalarına en
büyük dersi vermiştir. Bugün Karadeniz’de çok fazla olan kanser vakaları o gün
Kazim Kayuncuların uyarılarını dikkatete almayan yöneticilerin binlerce cinayeti olarak
önümüzde durmaktadır. Bugün bile Kazım
Koyuncuların ölümleri ve verdiği mesajlar,
ağlamanın ötesinde yapılan tahribatların
dünyayı ve insanları yok etme planı doğrultusunda sürdüğünü ve bunlara karşı
olmanın bir insanlık borcu olduğu gün gibi önümüzdedir.
“Çernobil’in Etkileri ve Hasta Hakları” konulu panele hasta olduğu halde
konuşmacı olarak katılmıştı. Orada yaptığı konuşmada “O koca burnumu her şeye
soktuğum için bu hastalığın da tanrıdan geldiğini düşünüyorum. Bir kaset
yaptım, gazete çıkarır gibi yazdım. Hayatta hep gıcık işlerle uğraştım. Her şeyin içinde bulunmak zorundaydım. Sistem
bizim gibi insanları dinlemiyor. Kanser beni ilgilendirmiyor. Beni yaşamlar
ilgilendiriyor. Mücadele edin. Yönetenlerden kanserden ölen var mı son
dönemlerde? Ben Türkiye’de her şeyin bir sektör olduğuna inanıyorum. Türkiye’de
hiç radyasyon olmasa da sistemin kendisi yeter zaten.” Ayrıca panelde sarf ettiği ve altını önemle
çizmek istediğim“Türkiye’de bir sistem sorunu var. Beni radyasyon değil
Türkiye’deki sistem kanser etti.”
cümlesini unutmak mümkün değildir.
Kazim
Koyuncu çevre sorunlarını dert edinmiş
Ordu’dan Artvin’e kadar devam eden Karadeniz Sahil Yolu inşaatına
şiddetle karşı çıkmıştır. Bugün ise durum ortada Giresun, Trabzon, Rize ve
Artvin’e kadar olan denizin kenarında tüm yerleşim birimlerinde sahil
kalmamıştır. Denizle halkın bağı kopartılmıştır.
Dayatılan ve doğal olmayan sistemin her yapısına itirazı vardır.
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’den kurulu düzene itirazı
neticesinde ayrılmış ve itirazlarını asıl sevdiği müzikle birlikte sürdürmeyi
seçmiştir.
Umay Umay’la söyleşisinde filozofluğunu ortaya koymuş
ve dünyada büyük çoğunluğun düşünüp de ifade edemediği ancak yaşamak zorunda
bırakıldığı duruma tercüman olmuştur.
“Biliyor musun çocukluk ütopyalarımı gerçekleştirdim, hep güzel olmasını
istedim hayatın ama onlar bile bana yetmedi.
Bu
beni bazen ürkütür, bazen de içimde tertemiz olduğunu düşündüğüm vicdanımla iyi
hissederim. sevmenin içine ettik, anlamı bozuldu.
Bir
kere masum sempatilerimden bahsetmem lazım. Özellikle Türkiye de herkes
doktorlara sempati duyarlar. Sistemle ilgili konuşursak işler bozuluyor. Ya da
bilimle ilgili konuşursak. Bilim, tıp sistemin bir parçası olursa eğer ki öyle,
benim için çok da fazla bir şey ifade etmiyor. Bence iyi bir bilim adamının
devrimci olması gerekiyor.
Hayatı yönlendiren, etkileyen, değiştiren insanların devrimci olması
lazım, sistemin bir parçası değil. Bilimin ışığına hep inandım ama tıp bende
hayal kırıklığı yarattı. Her şeyin sadece bir standart olduğunu görmek
dayanılmaz bir şey.
Bir
kanser panelinde şunu söyledim; vicdan ve cesaret bilimde yoksa benim için
hiçbir şey ifade etmiyor. Sadece bilgi yetmiyor. Bilginin vicdanla sınanması
gerekiyor artık. Dediğim gibi devrimci olmaları, normal algının ötesine
geçebilmeliler. Bu olmadığı sürece kimse tıptan fazla medet ummasın. Tabi ki
önemli tıp, böbreğin ağrıması, diş ağrılarının durdurulması, acısız tedaviler
ama özünde başka şeyler de var. Hayatı sonsuzlaştırsınlar, tıp ölümü yok etsin
demiyorum.
Karadeniz Sahil Yolu çalışmalarından tutun Çernobil Facialarına
kadar Karadeniz insanının
tepkisizliğine vurgu yaparak “Oralı
olmak, orada yaşamak oranın farkına varmama hakkını vermiyordu o
insanlara”. Kendisinden Kürtçe şarkı
istendiğinde, “Ben sizin yanınıza kendim olarak geldim. Bizim birbirimizi kabul
etmemiz için, birbirimize benzememize ihtiyacımız yok.” “Hayat çok iyi gitmiyorsa ben de mutsuz
oluyorum.” İfadesi ile birlikte “beni
radyasyon değil Türkiye’nin sistemi kanser etti” cümlesi ile Türkiye’de olup
bitenlere dikkat çekiyordu.
Bu
satırların yazarı bir İmam Hatiplidir. İlginçtir ki, Kazim Koyun’cu ile eylem
ve söylemde aynı noktadayız.
Bağırmalarımız, çağırmalarımız ve tepkilerimiz ve karşı duruşlarımız hep
aynı.
Oysa
iyiler kazanmalı ve galip gelmeliler. Böyle olması gerekirken dünden bugüne tüm
dünyada hep iyiler çile çekiyorlar. Görüntü bu.
Dünyanın azınlıklarını oluşturan iyiler kendinden olanları sevgi ile
anıyorlar. Kötülerin iyilere zaten verecek bir şeyleri yok. İyiler de hiçbir
zaman zalimlerden ikram ve iltifat beklemedikleri gibi verilenleri de red
ederler.
Kazim
Koyuncu kısa hayatında durduğu yeri belirlerken iyi ve güzeli tercih edip bir
karşılık beklemezken, benim gibiler bir nebzede olsa bir karşık bekliyor ve
cenneti ümit ediyoruz. İşin doğrusu cehennemden de korkuyoruz. İstesekte
istemesekte aynı yolun yolcusuyuz. Yaratan da insanları dünyada yaptıklarının
karşılığına denk gelen yerin müdaimleri kılacaktır. Dünyada yaşanmışlığın tam
karşılığı da ahirette verilecektir. Bu
dünyada nasıl iyilerle kötüler bir savaş halinde ise ahirette de ya cennet ya
da cehennem sakinleri olarak farklı mekanların sakinleri olarak yer alacaktır.
Ahirette cennet ve cehennemin sakinlerini bu dünyada söylemlerimiz ve
eylemlerimiz belirleyecektir. İyilerin ruhları cennette ve kötülerin de ruhları
cehennemde buluşacaktır. Şöylede diyebilirz. Bu dünyada çileyi tercih edenler
cennet, bu dünyada keyfi ,sömürüyü ve hak hukuk gözetmeden yaşamayı tercih
edenler cehennem sakinleri olarak yer alacaktır.
Peygamberimiz Hz. Muhammet “ Her çocuk İslam fıtratı üzerine doğar.”
Buyurmaktadır. Buradaki fıtrat doğan çocuğun bozulmamış orjinal ve kirlenmemeiş
halini vurgulamaktadır. Ve yine
‘’Haksızlığın Karşısında susan dilsiz şeytandır.” Buyurmaktadır. Sadece bu iki
hadisten yola çıkarak insanın özünü temsil eden ruhsal yönünü kirletmeden 33
yıla sığdıran Kazim Koyuncu ve yaşadığı süre içersinde de haksızlığa baş
kaldırmış olarak karşımıza çıkmaktadır.
Dünyada insanlar iki kavram üzerinden denenmek
ve sınanmak için için yaratılmışlardır. Bunlar iyi ve kötü kavramlar olarak
önümüze çıkar. Yaşadığımız zaman içersinde ya iyiyi tercih eder ya da kötü
denilen yol üzerinde ömrümüzü sürdürürüz. Tercih insana aittir. Bütün dinlerde
kötülükler ve iyilikler yaklaşık aynıdır. Evrensel İnsan Hakları denilen
ilkelerde de durum pek farklı değildir.
Doğumdan sonra insan bulunduğu ortamlara göre şekil alır. Bu durum iyi
ya da kötü olarak insanda yer alır. Zamanla kötülük ya da iyilik sizinle
bütünleşerek bir alışkanlık halinde bir kimlik oluşturur. O siz olursunuz. Ona
göre davranır ve ona göre yaşamaya başlarız. Eylemlerimiz ve söylemlerimiz
bunun bir sonucudur.
İnsan
dünyayı değiştiremese de iyi ya da kötü yaptıklarından ve söylediklerinden
sorumludur. İnsan yapamadıklarından değil, yapma gücü olupta yapmadıklarından
yargılanır. Zorlama dışında tercihlerimiz ve tarafımız bizi anlamlı kılar. Bu
durumda Firavun olmasak ta Firavunun yanında yer almakla Firavunlaşırız.
Kainatı tahrip etmek, yakıp yıkmak, cana kıymak, halkları sömürmek, mazlumları
horlamak, ayrım yapmak, doğayı bozmak, her türlü canlıyı yok etmek, denizleri
ve dereleri kirletmek, doğruyu söylememek, haksızlığa ve zumla karşı çıkmak tam
anlamıyla Firavunların durduğu yerdir. Eylem ve söylemde bu hasletler ya
Firavun olmaktır ya da Firavundan yana olmaktır. Bu tür davranış ve ve fiiller
iyiliğin zıttı ve iyilerin düşmanıdır.
Kazim
Koyuncu kısa hayatında tamda iyilerin yanında yer almış ve gücü yettiğince
müziğide yedeğine alarak kötülere ve haksızlıklara karşı söylemleri ile
eylemleri ile bir duruş sergilemiştir.
Ölüm
denilen durum bir son ve bir yok oluş değildir. Uzun ömürlülükte bir sermaye
olamaz. Yıllarla öçtüğümüzü zannettiğimiz yaşımızın hiçte önemi yoktur. Asıl
olan beden ve ruhla birlikte olduğumuz dünyada ne yapıp ettiklerimizdir. Kazim
Koyuncu kısa ömründe eylem ve söylem olarak fazlası ile bu dünyaya bir şeyler
söylemiş belkide çok yaşayanların hiçbir şey yapmadan boşuboşuna gelip
gidenlerin aksine hakkı ile görevini tamamlayarak bu dünyadan ayrılmıştır.
Kazim Koyuncu’dan bugün de yarın da
alınacak çok dersler vardır. Hak ve batıl mücadelesi kıyamete kadar
sürecek, kazananlar gibi gözüken kötüler kaybedecek ve iyiler eninde sonuda
zafere ulaşacaklardır.
Nur
içinde yat güzel insan…2013/Bekir
Akkaya/Kumru
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder